Sevgili Okuyucu,
Uzun ve zorlu kış geride kaldı. Kendimizi hemen yazın sıcak, şefkatli kollarına bıraktık. Görece epey küçük yerleşim yerlerinden birine bir mevsimliğine göçüp oranın ağır ve telaşsız akan ritmine kendimi bırakmayı seviyorum. Bereketi bol olsun ki kendime ayırmak için bulduğum her küçük fırsatta yazımın başına geçip tamamlamayı hedefledim. Malum okuduğunuz yazı, bu yılın daha ilki...
Ne okusamcılar burada mısınız? Bu sezon için seçtiğim kitapların ilk ve ikincisinde ölüm üzerine kurmacalar hakim. Görünen o ki kış buz gibi nefesini kitap seçimlerime üflemiş. Bir kitap daha eklemek şart oldu. Ölümün soğukluğunu Jose Saramago'nun "Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş" kitabıyla ancak temizleyebiliriz. Evet, yanlış duymadınız. Saramago'nun müthiş kurgusunu okuduktan sonra ölümün varlığına şükredeceksiniz. Usta kalem, ölüm olmasaydı dünya neye benzerdi sorusunun cevabını kitabında bulduruyor, hem de kitabın sonu iç ısıtacak türden sürpriz sonlu. Benden yazması... Bu listeyi hangi mevsimde okumak istediğiniz size kalmış. Liste şöyle:
Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Victor Hugo
Rappaccini'nin Kızı - Nathaniel Hawthorne
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - Jose Saramago
Zaman Sığınağı - Georgi Gospodinov
Önce 1830'lu yıllara gidelim. Kitabın ön sözünde Victor Hugo; suçu her ne olursa olsun, bir mahkumun giyotinle canavarca infaz edilmesine neden karşı olduğunu gerekçeleriyle anlatıyor. Hüküm yiyenlerin alt tabakadan oluş nedenlerini -onlara bu yanlış bu doğru diyecek kimselerinin olmadığını, hayata eşit şartlarda gelmediklerini, imkanları olsa belki daha farklı bir kaderleri olabileceğini- ifade ederken okuyucuyu düşündürüyor. Ölüm cezasını savunanların sığındığı üç fikri ise şöyle çürütüyor:
❯ Ölüm cezasını savunanlar: Mahkumların daha sonra da kendine ve topluma zararı dokunabileceği için toplumdan uzaklaştırılması gerekir. ❯ V. Hugo: Gerçek gerekçe buysa müebbetin de yeterli olabilir ve zindancının yeterli olduğu yerde cellada gerek yoktur.
❯ Ölüm cezasını savunanlar: Toplumun intikam alması, cezalandırması gerekir. ❯ V. Hugo: İntikam almak bireyseldir, cezalandırmak Tanrı'nın işidir. İntikam almak için cezalandırmak, iyiliğe yöneltmekle düzeltilmelidir.
❯ Ölüm cezasını savunanlar: Fransa'daki mahkemelerin tekrarladığı cümle "Örnek göstermek gerek!" ❯ V. Hugo: İnfazların meydanlarda gösteri haline dönüşmesi beklenen etkiyi yaratmıyor, halkı eğitmiyor; aksine halkın moralini bozuyor, içindeki tüm duyarlılığı erdemi yok ediyor.
Uzunca ön sözün ardından "Trajedi Hakkında Bir Komedi" bölümü geliyor. Burada da kitabın yazarı sanki kendisinin değilmişcesine basılan bu kitabın halk üzerindeki yankılarını toplumun çeşitli kesiminden (şair, filozof, şövalye, kadın, erkek) karakterleri kitabı hakkında konuşturarak anlatıyor.
Arkasından bir idam mahkumunun son günlerinin, son saatlerinin anlatıldığı anlatı başlar. Hugo, bu kitabında idam cezasının aslında suçluyu değil en çok o insanın ardında bıraktığı ailesini, sevenlerini cezalandıran her yönüyle yanlış bir uygulama olduğunu anlatır ve “Yasanın bu korkunç işlevlerinin kaldırılacağı günün yakın olmasını umut edelim” der. Ne yazık ki giyotinin kullanımı Fransa'da 20. yüzyıla kadar devam etti. 1981'de Fransa idam cezasını yasakladı ve giyotin kullanımından vazgeçti.
1789'da bir Fransız doktor ve meclis üyesi Joseph-Ignace Guillotin, tüm ölüm cezalarının "bir makine aracılığıyla" infaz edilmesini gerektiren bir yasanın geçirilmesinde etkili oldu. Makine, Bicêtre hastanesinde ölü bedenler üzerinde birkaç tatmin edici deneyde kullanıldıktan sonra, 25 Nisan 1792'de bir haydutun infazı için Place de Grève'e dikildi. İlk başta makineye, mucidi Fransız cerrah ve fizyolog olan Antoine Louis'den esinlenerek Louisette veya Louison adı verildi. Ancak daha sonra la guillotine olarak tanındı. Adının böyle bir icatla anılması ne fena!
Gelelim bir sonraki kitaba. Bu kez zamanı 1844'lere sarıyoruz, mekan ve dekor değişiyor.
Rota Paris'in Grève Meydanı'ndan İtalya'nın kuzeydoğusundaki Padova şehrine çevriliyor. Ana karakter genç Giovanni, üniversite öğrenimi için İtalya'nın güneyinden Padova'ya taşınır. Burada yüksek tavanlı eski bir malikanenin bir odasına yerleşir. Odanın penceresinden dışarıyı gözlerken türlü çiçek ve bitkilerle dolu bir botanik bahçesi dikkatini çeker. Bu bahçede çiçeklerle ilgilenen genç kız -Beatrice- önce güzelliğiyle sonra türlü tuhaf gizemleriyle ilgisini cezbeder. Bu gizemli kız Rappaccini'nin kızıdır.
Rappaccini, işine tutkuyla bağlı olan bir bilim insanıdır. Öyle ki bu bağlılık kendininki dahil olmak üzere tüm insanların hayatını, hatta en sevdiği kişileri bile feda edebilecek boyuttadır. Tüm bu şartlar içinde kader birilerinin ağını örer. 49 sayfalık bu kısacık öykünün yazarı Hawthorn, 19. yy. başlarında cadılarıyla meşhur Salem kasabasında doğmuş. Yazar, akrabalarının cadı mahkemelerindeki tutumlarından (yargıç atası John Hathorne) utanç duyduğundan soyadını Hathorne'dan Hawthorn'a dönüştürmüştür. Ayrıca 1850'de Herman Maville'le tanışır ve Maville o yıllarda üzerinde çalıştığı Moby Dick'i Hawthorn'a ithaf etmiş.
Son kitabımız "Zaman Sığınağı"nda kitabın adından da anlaşılacağı üzere alzheimer hastaları için küçük zaman sığınakları yapılıyor. Ana karakterimiz, gizemli karakter Gaustin ile birlikte bir binanın orta katına önce 1960'ların sığınağını kuruyor. Bu sığınak adeta bir zaman kapsülü gibi. Kapıdan içeriye girildiği andan itibaren 60'lara ait mobilyalar, dönemin gazeteleri, kitapları, haberleri, müzikleri, sigaraları, çakmakları hatta kokuları misafirlerini karşılıyor. Böylesi bir projeyi yürütmek elbette pahalı ancak buna değiyor. Zamanla ihtiyaç sebebiyle 50'ler ve 40'lar da aynı binanın diğer katlarına inşa ediliyor.
Eskilerin ajanı şimdilerinse alzheimer hastası olan bir adamın hikayesine tanık oluyoruz. Bunun dışında aslında bol bol zaman ve geçmiş üzerine düşünmemizi sağlayacak harika fikir kırıntıları topluyoruz. Örneğin:
"Geçmişin son kullanma tarihi olur mu?"
"Geçmiş zamanlar uçucudur, açık bir şişedeki parfüm gibi buharlaşırlar, ama eğer burnun varsa kokusundan her zaman birazcık yakalayabilirsin."
"Kokulara doğrudan ad vermemiz sağlanmamış. Hep kıyaslayarak, hep tarif ederek. Menekşe, kızarmış ekmek, yosun, yağmur, ölü kedi kokuyor…"
"Benden size bir nasihat, çocukken bıraktığınız yeri uzun bir aradan sonra asla ziyaret etmeyin, asla. Değiştirilmiştir, zamandan arındırılmıştır, terk edilmiştir, hayalet gibidir. Orada. Hiçbir şey. Yoktur."
"Sürekli geçmiş üretiyoruz. Bizler geçmiş fabrikalarıyız. Canlı geçmiş makineleri, başka neyiz ki? Zaman yiyoruz ve geçmiş üretiyoruz. Ölüm bile çözüm değil. İnsanın kendi gider ama geçmişi kalır."
Son kitabımızda da yollar ölüme çıktığına göre bu listenin adını ne koymalı?
Kara Misafir'in Listesi
Önüm Arkam Sağım Solum Ölüm
Yeraltından Çağrı
Senin önerin ne olurdu? Yorumlar kısmına kendi önerini bırakmayı unutma!
İçten sevgilerimle...
İzmir
Temmuz, 2024
Çok beğendim aynen devam biravo