Sizi 16. yy.ın dünya düzenine götürecek bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Yaklaşık 130 sayfalık bu kısa kitabın yazarı Hans Ulrich Krafft, seyahat ve tutsaklık maceralarını tuttuğu günlükler ve kısa notlardan faydalanarak Sachsen Dükü'nün binbir ricası üzerine yazmaya karar verir. Hastalık ve yaşlılık nedeniyle aile bireylerine intikal eden eserin bir nüshası Ulm Şehir Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Bu, yaşanmış hikayeye geçmeden önce kitabın benim elime nasıl ulaştığına değineceğim.
Mahallemizin meşhur kitapçısı Patika Sahaf'ın sahibi Günay, bir zamanlar düzenli olara kitap mezatları yapar; 2 - 3 lira açılışla geniş yelpazadeki kitapları açık artırmaya çıkarırdı. Bir zamanlar diyorum çünkü kendisi bir süredir Bodrum'da yaşadığından beri bu mezatlardan mahrum kaldık. Neyse, yine bir gün katıldığımız bu mezatların birinde karşımıza çıkan bu kitabı 10₺'ye almıştık. İyi ki de almışız çünkü kitabın maalesef baskısı yok. Nadir Kitap'ta yahut covid-19'dan olumsuz etkilenen mahalle sahaflarında elbette bulunabilir.
Almanya'nın Ulm kentinde büyüyen 1550 doğumlu Hans, 12 yaşına geldiğinde babası tarafından Augsburg'taki bir akrabalarının yanına tüccarlık işlerini öğrenmesi için stajyer olarak gönderilir. Burada okuma, yazma ve basit hesap işlerini öğrendikten sonra Lyon'a (1965) ardından Floransa'ya (1969) gönderilir. Böylece Fransızca ve İtalyanca'yı da öğrenir. Augsburg'a geri döndüğü yıl (1573) yolu buranın en zengin tüccarı M. Manlich ile kesişir. Manlich'e ait gemiler, Doğu'da temsilciliklerinin bulunduğu İstanbul'a, Magosa'ya, Trablusşam'a ve İskenderiye'ye demirden küçük eşyalar ihraç edip oralardan hurma, kuru üzüm, pamuk, halı, mücevherat, merhem ve tıbbi malzemeler ithal ediyordu. Hans Ulrich, dönemin Doğu kültürüne ve Türk dünyasına duyduğu ilgi ve merakla Manlichlerin ticaret müdürlüğü teklifini kabul eder ve seyahat böylece başlar.
Ulrich, kendisine tahsis edilen Augsburglu Doktor Rauwolf ile Marsilya'da buluşur. 2 Eylül'de buradan yola çıkan gemi, 28 Eylül'de Trablusşam'a varır.
Tüm bu seyahati ve tutsaklığı süresince bulunduğu coğrafyanın adalet sistemi, ticaret anlayışı, gelenek görenekleri, köle pazarları hakkında edindiği bilgileri okuyucuyla paylaşır. Ayrıca Müslüman Türk kadınının sokaktaki rutini ilgili de çok çarpıcı bilgiler verir.
Bu serüvende Hans Ulrich'in yolu çeşitli yerlere düşer. Bunlardan biri Kıbrıs Adası'dır. İki yıl önce şiddetli çarpışmalar neticesinde ada yönetimi Venedikliler tarafından Türklere teslim edilmiştir. Buraya atanan paşanın rüşvetle zenginleştiği şikayetleri, Bab-ı Ali'de Türk Sultanının kulağına gidince onun emri üzerine yola çıkan "Çavuş" tarafından paşanın kellesi alınarak İstanbul'a getirilir.
Lübnan'da bulunduğu süre içerisinde oranın ahalisinin gelenekleri hakkında bilgi edinir. Burada Hristiyanların şarap içmesine, evlerinde şarap bulundurmalarına müsaade edilir ancak şarabın gizli getirilmesi gerekirmiş. Aksi halde bu konuda dava edilenler cezasız kalmazmış. Bizzat Hans'ın başından şöyle bir olay geçmiş: Adamları tarafından boş şarap fıçısı temizlenirken bu kirli su dikkatsizce sokağa dökülmüş. Bunun üzerine çok geçmeden mahalleli tarafından adli makamlara başvurulmuş ve Müslümanlara karşı küstahça tutum sergilediği gerekçesiyle para cezasına çarptırılmış.
Manlichler için işlerin yolunda gitmediği söylentileri bir süre sonra yerini iflas ettikleri haberlerine bırakınca alacaklılar, Hans'ın ve ekibinin peşine düşer. Çok büyük kısmı kendisinden evvelki temsilciliklere ait olan borçların ödenmesini isterler. Borçlar ödenemeyince de tutsak edilirler. Çeşitli hapisanelerde gezinen Hans, oradan kurtulup yurduna dönebilme arzusuyla yanıp tutuşur.
Kitabın sonunda Hans'ın Ulm'a dönüp dönemediği ve diğer detaylar da size kalsın.
Keyifli okumalar.
コメント